1994 yılında Dr. Stephen W. Porges, sosyal memeliler olarak ilişkilerimizin, sosyal etkileşimlerimizin otonom sinir sistemimiz üzerindeki etkilerini açıklayan, bizleri nörosepsiyon (sinirsel algı), vagus sinirimiz ile tanıştıran Polyvagal teoriyi yaratmış. Neredeyse yarım asırdır yaptığı araştırmalarla davranışsal, psikiyatrik ve fiziksel rahatsızlıkların tespit – tedavisinde çığır açan yöntemler geliştirmiş ve geliştirmeye devam ediyor. Bu çalışmalarıyla yaşamımız boyunca taşıdığımız en baskın travma etkilerinin bebeklik ve çocukluk döneminden kalanlar olduğunu bir kez daha doğruluyor. Bebeklik ve çocukluk yıllarında ebeveynlerin/ bakım verenlerin, yüz ifadelerinin, gözlerinin, ses tonlarının, davranış biçimlerinin dengede olduğu, güvenli bir aile ortamında büyümenin sağlıklı bir gelişim için ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Yetişkin hayatımızda yaşadığımız gerginlik, kaygı, depresyon gibi duygu durum rahatsızlıklarımızın çok küçük yaşlarda maruz kaldığımız uyumsuz, ilgi ve şefkat eksikliği olan, kendimizi güvende hissettirmeyen ilişki modellerinden kaynaklandığını belirtiyor.
Polyvagal teoriye göre, dokunma, görme gibi duyularımızla algıladıklarımızın dışında, esas çevremizde olup bitenlere karşı bilinçli olarak farkında olmasak da bizleri ilk bilgilendiren, yani enerjisel boyuttaki sinyalleri tarayan algımız, nörosepsiyonumuz - yani 6. hissimiz, iç sesimiz. İçinde bulunduğumuz ortamı sürekli tarıyor. Güvende olup olmadığımıza karar verip sonuca göre otonom sinir sistemimizi harekete geçiriyor. Dr. Porges, tüm bu sistemin merkezi ve bedenimizdeki en uzun sinir yapısı olan vagus sinirinin, bağırsaklarımızdan kalbimize, kalbimizden boğazımıza (ses tellerimize), boynumuza, oradan da yüzümüzdeki kaslara bağlı olarak orta kulak kaslarımızla da ilişkide olduğunu belirtiyor. Örneğin, bilinçli olarak farkında olmasak da orta kulak kaslarımız herhangi bir tehdit durumunda gerilen kulak zarından dolayı yırtıcıların düşük frekanstaki seslerini ve yüksek frekanslı diğer tehlike seslerini daha fazla algılıyor. Güvende olmadığımızı hissettiğimiz durumlarda hepimizin bildiği stres tepkilerimizin oluşmasını sağlıyor, yani sempatik sinir sistemini aktive ediyor. Güvenli olan ortamlarda parasempatik sinir sistemimizi (*vagus sinirini) faaliyete geçiriyor ve tam olarak bütünsel dengede, şifa halinde olmamızı sağlıyor.
Peki, otonom sinir sistemimiz buna nasıl karar veriyor? Atalarımızdan bizlere miras kalan bilinen tehlike unsurlarına ek olarak, özellikle bebeklik döneminde bizlere kendimizi tehdit altında hissettiren travmatik anların sinir sistemimizdeki kayıtlarına göre hareket ediyor. O kayıtları oluşturan benzer herhangi bir uyarana (ses, koku, yüz ifadesi, söz, ortam vb.) maruz kalmamız yeterli. Üstelik birebir aynısı olması da gerekmiyor. Örneğin, pek çok kişiyi rahatlatan lavanta kokusu eğer sizi sürekli aşağılayan birinin kokusunu size çağrıştırıyorsa, rahatlamak yerine her duyduğunuzda kendinizi kötü hissedebiliyorsunuz. Ya da bir istismar kurbanıysanız, tanımadığınız birinin size iyi niyetle dokunması dahi bir anda kaskatı kesilmenize sebep olabiliyor.
Anlayacağınız, DNA’mız, parmak izimiz, beynimizin yapısı gibi sinir sistemimiz ve algılarımız da kişiye özel. Çevremizdeki farklı uyaranlara farklı tepkiler verebiliyoruz. Bilinçli olarak ne yaşadığımızın farkında olmasak da geriliyoruz, huzursuzlanıyoruz. Yine de nörosepsiyonumuzun yani iç sesimizin uyarılarını çoğunlukla mantığımızla rasyonelize etmeye ve bastırmaya şartlandığımızdan pek dikkate almıyoruz. Ve bu tarz ortamlara sürekli maruz kalma süremiz uzuyor. Sonuç olarak otonom sinir sistemimiz fabrika ayarlarından çıkıp sürekli tehdit altında olabileceğimizi varsaydığı daha hassas bir moda geçiyor. Bilinçsiz bir şekilde kronikleşmiş stres mağdurları olarak yaşıyoruz ve haliyle hastalanıyoruz.
Sağlığımız üzerindeki etkilerinin bu ilk sinyalleri tabii ki bebeklik ve çocukluk dönemlerimizde ortaya çıkıyor. Örneğin, çocukluk döneminde yaşanan orta kulak sorunlarının çocuğun maruz kaldığı ve büyüdüğü ortamda kendini güvenli hissetmemesinden dolayı ortaya çıkabileceğini biliyor musunuz? Tartışmaların, gerginliğin, huzursuzluğun olduğu ev ortamına karşı çocuğun otonom sinir sisteminin geliştirdiği bir savunma mekanizması olabiliyor. Yaşadığı güvensizlik hissiyle beraber gerilen kulak zarı, orta kulak kaslarının etrafındaki sesleri daha rahatsız edici bir düzeyde yaşamasına sebep oluyor. Yaşanmışlıklarımız arttıkça da sebebini hiç fark edemediğimiz rahatsızlıklarımız daha farklı boyutlarda karşımıza çıkıyor. Çocukluğunda orta kulak iltihabından çok çekmiş ve kendimi bildim bileli sese karşı aşırı hassasiyeti olan biri olarak bu huzursuzluğumun nedenini, bende yarattığı duyguyla tanıştığımda çözümlemem kolaylaştı.
Hislerimizin değil de mantığımızın sesiyle yaşamamızın doğru yol olduğu yanılgısı, seçimlerimizi, kararlarımızı, hayatlarımızın her anını derinden etkiliyor. Travmalarımızın izi onların bizlerde yarattığı duyguları anlayamadığımız ve dönüştüremediğimiz sürece derinden kendini hissettirmeye devam ediyor. Ve görünen o ki bütünsel ve kalıcı olarak şifalanmanın, sevgi ve huzur dolu bir dünyada yaşamanın en iyi yolu içimize doğru derinleştiğimiz bir yolculuğa adım atabilmek. Önce kendimiz sonra tüm sevdiklerimiz ve dünyamız için…
*Dr. Steven Porges, vagus sinirinin aslında ventral ve dorsal olarak iki ayrı vagus sinirinden oluştuğundan bahsediyor. Ventral vagal siniri güvende olduğumuz anlarda faaliyette, yani normal halimizde. Dorsal vagal siniriyse, donma, içe kapanma, depresyon halinde faaliyette. Ayrıca bu iki sinirin hem kendi aralarında hem de sempatik sinir sistemiyle de ortak faaliyette olduğu anlar var. Sonraki yazılarımda daha detaylı olarak bahsedeceğim.
Kaynaklar
- Dr. Steven W. Porges – Polyvagal Theory Education 2021, Embodied Philosophy
- Porges, S.W., (2021), Polyvagal Teori, (çeviri: Akgün, O.T., Bostancı Demirci, H., Özgen Böler, E.), Psikonet Yayıncılık ve Eğitim A.Ş, İstanbul.
- Porges, S.W., Dana, D., (2023), Polyvagal Teorinin Klinik Uygulamaları, (çeviri: Olalı İtil, A.), Psikonet Yayıncılık ve Eğitim A.Ş, İstanbul.
Comments