Şefkat… Sözlük anlamında acıma, koruma duygularıyla gösterilen sevgi, sevecenlik olarak tanımlanıyor. Sadece bizlere özgü değil, tüm memelilerle ortak sahip olduğumuz bir duygusal ifade biçimi. Vicdan ve empatinin doğal bileşeni. Her ne kadar günümüzün rekabeti ve ötekileştirmeyi pompalayan maddesever dünyasında bir çeşit zayıflık olarak gösterilmeye çalışılsa da aslında ait olduğumuz huzur, sevgi ve şifa dolu bir yaşamın hammaddesi.
İhtiyaç anında nasıl da kendiliğinden, güneşe kavuşan bir çiçek misali açar yüreğimizde. Acı çeken dostumuzun omzuna bir dokunuş tutunacak bir dal olur. Yaşama umut, ağlayan gözlere tebessüm katar. Bundandır ki “şefkatli bir insan” diye anılmak içimizi hafifletir. Sevdiğimiz, kendimizi yakın hissettiğimiz varlıklarla cömertçe paylaşırız da çoğunlukla birini hep ihmal ederiz. Kimi mi? Hani ilk nefesimizden itibaren bizlerle olan, en zor anlarda dahi yanı başımızda duran kişiyi; kendimizi. Hatta şefkat göstermek bir yana en ufak bir yanlışında azarlar, ne kadar yetersiz ve değersiz olduğunu her bir hücresine kazırız. İncinir, “zayıfsın!” deriz. Yerden kalkmaya gücü yoktur, bir tekme de biz atarız. “Korkaksın!” diye haykırırız. Sonra da bunlar hiç yaşanmamışcasına keyifli ve sağlıklı bir hayat sürmesini bekleriz.
Oysa ki öz şefkattir içsel dengemizin, bütünselliğimizin harcı. “Ruhumuzun bize hediyesidir,” diye tanımlar Dr. Margaret Paul. Hani o satın aldığımız arabanın, ayakkabının, mücevherin, özetle sürekli dış kaynakların bize getirmesini umduğumuz iyi olma halinin ana kaynağıdır. Farkındalık ve bütünsel şifa yolculuğumuzun ilk, hatta en önemli adımlarından biridir. Ne de olsa kendini sevmekle başlamaz mı hayat!
Peki, şimdiye kadar fazlasıyla ihmal ettiğimiz yaralı benliğimizi, kendimizi koşulsuz sevgi ve öz şefkatle sarıp sarmalamak için neler yapabiliriz?
Öncelikle nasıl ki sevdiklerimiz ne yaparlarsa yapsınlar onları oldukları halleriyle kabullenir ve seversek aynı anlayışı kendimize de gösterebilmeliyiz. Kusurlarımızla, sevaplarımızla, değer verdiklerimiz gibi sadece bir insan olduğumuzu hatırlamamız, kendimizi olduğumuz halimizle kabullenebilmemizi ve sevmemizi sağlayacaktır.
Zorda hissettiğimiz anlarda benzer durumdaki bir dostumuza yaklaştığımız gibi çare olmak adına kendimizle sohbet edebilir, bizleri kendimize yakınlaştıracak, yeni bir gözle bakmamızı sağlayacak sorular sorabiliriz.
Örneğin;
- Bu yaşadıkların sana kendini nasıl hissettiriyor?
- Canının bu kadar yanmasına ne sebep oldu?
- Şu anda senin için ne yaparsam kendini daha iyi hissedersin?
- Bugüne kadar neler başardık hatırlıyor musun?
Samimi yanıtlarımız bizleri derinlere gömdüğümüz özümüzün gerçek ihtiyaçlarıyla yeniden buluşturacaktır.
Geçen haftaki yazımda bahsettiğim Mindfulness uygulamaları da her durumda öz sevgimizi ve öz şefkatimizi beslememize fayda sağlayacaktır. Ne kendimizi ne de bir başkasını suçlamadan, şefkat ve anlayışla, sadece içinde bulunduğumuz durumun bizde yarattığı duyguların, tetiklediği travmatik anıların farkına varabilmemiz hem kendimizi yıpratmamızı hem de içgüdüsel ani tepkiler vermemizi önleyecektir.
Farkındalık çalışmalarımızın bir diğer önemli yanı da özellikle değersizlik ve yetersizlik üzerine kendimize tekrarladığımız ve motivasyonumuzu düşüren düşünce kalıplarının gerçekte kimlere ait olduğunu anlamamızı sağlamasıdır. Çoğu aslında zamanında bizleri daha iyi, daha başarılı çocuklar olmamız adına desteklediğine inanarak ebeveynlerimiz, öğretmenlerimiz ve diğer büyüklerimiz tarafından söylenerek üzerimize işlenen inançlardır.
Oysa bizler artık yetişkinler olarak gerçek motivasyonun sadece sevgi ve şefkatle desteklendiğinde anlamlı olduğunu biliyoruz. O halde artık gücünü yitirmiş düşünce kalıplarından kendimizi özgürleştirebilir ve her birini kendi sevgi dolu, yapıcı cümlelerimizle değiştirebiliriz.
Öz şefkat ve öz sevgi üzerine deneyimlerinizi paylaşmak ya da uygulamalara dair daha detaylı bilgi almak isterseniz bana içindekisifaciyiuyandir@gmail.com eposta adresimden ulaşabilirsiniz.
Comentarios