Kim olduğumuzun, nereden geldiğimizin, nereye gittiğimizin farkında mıyız? Yoksa bizler de hayatta kalma mücadelesi içinde kendini unutmuş milyarlarca kişiden biri miyiz? Gerçekten ne yapıyoruz bu Dünya’da? Bizlere verilen, dayatılan komutlar dışında ne yapıyoruz? İyi bir evlat, öğrenci, çalışan, eş, ebeveyn, iyi bir dede, nine olmaktan başka. Peki, biz gerçekten tüm bu olmamız gereken kimliklerin neresindeyiz? Bu Dünya’ya kim olarak, hangi görevle geldik?
Sistemin dişlileri arasında ezilmeden yaşayıp gitmeye çalışırken öyle ya da böyle bu sorular aklımıza geliverir. Kimimiz bir cesaret peşine takılır gider, kimimiz korkularımızın esiri olur bu soruları yok sayar, sanal hayatlarımızı yaşamaya devam ederiz. Korkar, endişe ederiz. Ne de olsa sürüden ayrılanı kurt kapar! Kurt tarafından kapılan olmaktansa kapanda yaşamayı tercih ederiz. Oysa biraz cesaret edebilsek; biraz, sadece biraz… Doğduğumuz an itibariyle bizlere yüklenen korkularımızdan, endişelerimizden arınabilsek… Hayat o kadar güzel ki!
21. yüzyılın en yaygın hastalıklarını bir düşünün; depresyon, panik atak, kanser, Alzheimer, ALS, MS… Sizce neden? Neden korkuyoruz? Neden sevmiyoruz? Neyin acısını çekiyoruz? Neden kaçmaya, neyi unutmaya çalışıyoruz? Neden hareket bile etmek istemiyoruz? Özetle, neden MUTLU değiliz?
Oysa sevgi, mutluluk, sağlık hayatın olmazsa olmazları. En keyifli anlarınızı hatırlayın. Hani o çocuklar gibi mutlu olduğunuz… Sadece anda olduğunuz anları. Hiç başınız ağrıdı mı? Ağrımaz! Asla hasta olmamışsınızdır, asla! Neden mi? Çünkü, tam da kendiniz olarak, içinizden geldiği şekilde yaşadığınız, üzerine herhangi bir korku, endişe yüklemediğiniz anlardır o anlar. Ara ara hatırlar, içinizden ‘Ah, ne güzel günlerdi!’ der geçersiniz.
Size bir sır vereyim mi? Ama kimseye söylemeyin. Her gününüz en az o mutlu olduğunuz anlarınız kadar güzel biliyor musunuz? Yeter ki siz farkında olun!
Comentarios